1869,
1874, 1884 ÂSÂR-I ATÎKA NİZAMNÂMELERİ
Ahmet
Mumcu’nun ''Eski Eserler Hukuku ve Türkiye'' adlı makalesi, 1969 yılına
kadar yapılan bir hatayı düzelterek, ilk Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesinin 1874’te
değil, makalenin yazılışından yüz yıl önce yani 1869’da yapıldığını ortaya koyar.[1]
Fethi Ahmet Paşa’nın girişimleriyle Aya İrini’de depo edilen her türden eski
eserin bir araya getirildiği 1846-1847 yıllarından sonra âsâr-ı atîka ile ilgili
ilk derli yasal düzenleme 13 Şubat 1869 tarihinde yapılmıştır.[2]
Bu tarihte yapılan kanunlaştırma çalışmasıyla, 1840’lı yıllardan itibaren
oturmaya başlayan âsâr-ı atîka kavramı, adını ilgili nizamnameye vererek hukuki
bir terim niteliği kazanmıştır.
1869
Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi yedi maddeden ibarettir. Adını âsâr-ı atîka’dan
almasına karşılık metin içerisinde terimin muhtevasıyla alakalı bir açıklama
yapılmamıştır.[3]
Nizamnamenin birinci maddesinde, bu nizamnamenin ilanından itibaren Osmanlı
topraklarında antika aramak amacında olanların öncelikle Maarif Nezareti’ne
başvurmaları gerektiğini ve bu nezaret tarafından onaylanmadıkça antika
arayamayacakları belirtilir. Nizamnamenin ikinci maddesi, devletin onayladığı
kişilerin topladıkları veya ihraç etmek istedikleri eserin harice götürülememesiyle
alakalıdır. Bu maddede ülke içinde satış serbest bırakılmıştır. Üçüncü madde,
mülkiyet bakımından önemlidir çünkü bir kişinin mülkünde bulunan âsar-ı
atîka’nın mülk sahibine ait olduğu belirtilir. Beşinci maddede kazı
işlerinin yalnızca toprak altında yapılabileceği vurgulanır. [4]
Bu maddelerden anlaşılacağı üzere, 1869 Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi ekseriyetle
kazı ile alakalıdır. Ancak, Osmanlı Devleti’nin topraklarında bulunacak
herhangi bir eserin ikinci maddede belirtildiği üzere harice çıkarılamayacağı hükmü
diğer maddelerden daha dikkat çekicidir. İşte bu madde ilk bölümde
bahsettiğimiz diplomatik kaygılar duyan Osmanlı Devleti’nin refleks göstermesi
sonucunda bir nizamname çıkarılarak irade konulabildiğinin bir göstergesidir.* 1869 Âsâr-ı Atîka Nizamnamesinin
temel eksikliği, nazarımızda bir âsâr-ı atîka tanımı ortaya koymamasından
kaynaklanmaktadır. Çünkü devletin burada neyin âsâr-ı atîka olduğuna
yönelmekten daha çok refleksif olarak kendini koruma çabasına girdiği görülür.
7
Nisan 1874 (20 Safer 1291) Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi dört bölüm ve otuz altı
maddeden oluşur. İlk iki madde giriş; son iki madde bitiriş kısımlarına
dahildir. Anlaşılacağı üzere 1869 Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesinden daha
kapsamlıdır. 1874 Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesinde, üçüncü maddede belirtilen eski
eserlerin bulunduğu yer fark etmeksizin bu türden eserlerin devlete ait olduğu
vurgusu, 1869’da bir refleks olarak ortaya konan ikinci maddeden daha açık bir durumu
ifade eder. Ancak, aynı maddedeki kazıdan çıkarılan eserlerin üçte birinin
kazıyı yapana bırakılması ifadesi 1869’daki refleksin tavizli bir hali olarak
karşımıza çıkar. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin 1871-1876 yılları arasında
yaşadığı kriz dönemi unutulmamalıdır. Bununla beraber birinci maddede
belirtilen ‘‘Ezmine-i kadimeden kalan her nevi eşyayı masnua âsar-ı
atîka’dandır’’ ve ikinci maddede belirtilen ‘‘Âsar-ı âtika iki nev‘idir, nev‘i
evvel meskûkât ve nev-i sani kabil-i nakl olan veyahut olmayan eşyayı
sairedir’’ ifadeleriyle ilk defa âsâr-ı atîkanın kapsamı ve tanımı bu nizamnamede
belirtilmiş olur.[5] Bahsettiğimiz ifadelerin
otuz altı yıl önce Mustafa Sâmi Efendi’nin Avrupa Risâlesi’nde belirttiği üzere
Avrupalılar tarafından tanımlı halde bulunuyor olması manidardır. Buradan kültür varlıkları ve kültür varlıklarını koruma konusunda Osmanlıların
Avrupalılardan epeyce geride oldukları gibi bir sonuca ulaşabiliriz. Ayriyeten
birinci ve ikinci maddeler haricindeki maddelerin tamamının kazı ile alakalı
oluşu, bu hususta eski eser kaçakçılığını politika haline getirmiş Avrupalı
devletlerin Osmanlı Devleti’ni baskı altında tutmalarının bir göstergesi olarak
görülebilir.[6]
II.
Abdülhamit’in 4 Eylül 1881’de Müze-i Hümâyun’a*
entelektüel bir kişilik olan Osman Hamdi Bey’i müdür olarak ataması esasen Türk
müzeciliğinde, Türk arkeolojisinde ve âsâr-ı atîka anlayışında bir çığır
açmıştır. Osman Hamdi Bey’in müze müdürü olduktan sonraki amaçlarından bir
tanesi, uzun süredir yağmalanmakta olan tarihi eserleri korumaktır. Bu amaçla antik eserleri korumak için attığı ilk adım 1884 Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi’nin
çıkarılması olmuştur.[7]
Osman Hamdi Bey’in gayretleriyle hazırlanarak beş bölüm ve otuz yedi maddede halinde yayınlanan 1884 Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi pek çok bakımdan 1869 ve 1874 Âsâr-ı Atîka
Nizamnameleri üzerine açıklık ve yeterlilik getirmiştir. Ayrıca 1884 Âsâr-ı
Atîka Nizamnamesi Ahmet Mumcu’nun ‘‘Eski Eserler Hukuku ve Türkiye’’ adlı makalesini
yazdığı 1969 yılı da dahil olmak üzere 1973 Eski Eserler Kanunu’nun
çıkarılmasına kadar Osmanlı Devleti’nde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde eski eserler
hukukunun temelini oluşturmuştur.[8]
1884
Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesinin birinci maddesinde, diğer iki nizamnamede
gördüğümüz muğlaklığın aksine net ve geniş bir âsâr-ı atîka dökümü verilir.
Buna göre Osmanlı Devleti’ni oluşturan toprak parçalarının eski halklarından
kalan altın, gümüş ve buna benzer eski paralar, nakışlar, oyma resimler, taş ve
toprak, diğer madenler, eşyalar, silahlar, aletler, semboller, saraylar,
sirkler, köprüler ve tiyatrolar gibi her şey eski eserden sayılmıştır.
Bununla beraber, 1884 Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesinde konutların da âsâr-ı atîka
kapsamında değerlendirildiği görülmektedir.[9]
Bu nizamnamenin getirdiği en önemli yenilik ise, 1874 Âsâr-ı Atîka
Nizamnamesinin aksine arazi sahibine ve eseri bulana pay verilmeyerek tüm eski
eserlerin devlete ait olması ilkesini getirmesidir. Yine bu nizamnameyle yurt
dışına eski eser çıkarmak kesin olarak yasaklanmıştır (madde 8). Anlaşılacağı
üzere devletin eski eserler üzerindeki korumacılığı 1858’den bu yana
düşündüğümüzde giderek artmıştır. 1869 ve 1874 Âsâr-ı Atîka Nizamnâmelerinden
özgün olarak 1884 Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesiyle, eski eser anlayışında ve yapılan
araştırmalarda bir sistematikleşme olduğu görülür.[10]
Osmanlı arkeolojisinin ve âsâr-ı atîka bilincinin gelişmesinde 1884 Âsâr-ı
Atîka Nizamnamesinde oynadığı rol göz önünde bulundurulduğunda Osman Hamdi
Bey’in konumu göz ardı edilemez. Ancak, Osmanlı Devleti’nin nizamnameleri ne
kadar uygulayabildiğine de bakmak gerekir. Yalnızca bu şekilde kaçakçılık ve âsâr-ı atîka
nizamnameleri arasında sağlıklı bir ilişki kurulabilir.
-Temren
[1] Hüseyin
Karaduman, ‘‘Belgelerle İlk Türk Asar-ı Atika Nizamnamesi’’, Belleten, 25,
2004, s. 73.
[2] Ahmet Mumcu,
‘‘Eski Eserler Hukuku ve Türkiye’’, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Mecmuası, 26, 1969, s. 66.
[3] Önge, a.g.m., s.
11.
[4] Hâmit Zübeyr
Koşay vd., Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Çağlarında Türk Kazı
Tarihi, c. I/II, Ankara, 2013, s. 942- 943.
* Üçüncü bölümde bu
iradenin ne kadar geçerli olduğuna da değinilecektir.
[5] Koşay vd., a.g.e.,
s. 760.
[6] Çal, a.g.m., s.
392.
* Çalışmamızın
kapsamı dışına çıktığı için Müze-i Hümâyun’a değinilmemiştir. Ayrıntılı bilgi
için bkz. Kâmil Su, Osman Hamdi Bey’e Kadar Türk Müzesi, İstanbul,
1965.
[7] Kaan Üçsu, Anadolu
Arkeolojisinin Unutulmaz Kâşifleri, İstanbul, 2022, s. 45.
[8] Mumcu, a.g.m., s.
73; Önge, a.g.m., s. 12.
[9] Koşay vd., a.g.e.,
s. 794; Önge, a.g.m., s. 12.
[10] Şimşek-Dinç,
a.g.m., s. 112.