İSTANBUL'UN FETHİ
Fethin Türk-İslam Dünyası ve Batı Âlemindeki Önemi
29 Mayıs 1453’te başarıyla
sonuçlanan İstanbul kuşatması ve ardından gelen fetih tarihteki en önemli
olaylardan birisidir. Fethin farklı alanlarda tesirleri olmuştur. Bunlardan
biri Türk-İslam dünyası ve Batı âlemi üzerinde bıraktığı etkinin önemidir.
Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in
genç bir Türk sultanı tarafından ele geçirilmiş olması, gerek Doğu gerekse Batı
dünyasında büyük bir şaşkınlık ile karşılanmıştı.[1]
Bu olay, Türk-İslam dünyası için bir müjde, Batı âlemi için ise zor günlerin
başlangıcının bir işaretiydi. Öncelikle bu şehir dini açıdan hem İslam âleminin
hem de batıdaki Hıristiyan âleminin önem verdiği bir yerdi. Doğal olarak şehrin
kaybedilmesi Hıristiyan toplumunda büyük bir moral bozukluğuna sebep olmuştu.
Ancak bu sadece bir moral bozukluğu ile kalmıştı. Çünkü Avrupalı devletler o
sırada kendi içlerinde mücadeleler vermekteydiler. Papa, Hıristiyanlık
konusunda endişelere düşerken Venedik, Ceneviz, Napoli hükümetleri de doğudaki
çıkarlarının tehlikeye düştüğünü görerek endişeleniyorlardı.[2]
Ancak ellerinden bir şey gelmiyordu. Hıristiyan Avrupa birleşip Osmanlıların
üzerine bir türlü gidememişti.
İstanbul’un fethi, Osmanlı
Devleti’nin kesin kuruluşunu ve padişahın durumundaki değişiklikle sonraki
büyük fütuhatı hazırlayan esas olaydır. Fetih sayesinde II. Mehmed kendini bir
dünya imparatorluğunun sahibi görmüş, mutlak ve sınırsız bir iktidar
kazanmıştır.[3] Bu
durum Türk-İslam dünyası için çok önemli bir gelişmedir.
Her ne kadar Hıristiyanlar için
şehir dini açıdan önemli olsa da kendi aralarında da bir takım ayrışmalar
mevcuttu. Bu da fetih olayını onların gözünde daha önemli kılıyordu. İmparator
Konstantin, halkın tepkisine rağmen adım adım yaklaşan tehlikeye karşı
Avrupa’dan yardım almak için son çare olarak papaya Ortodoks Kilisesi’ni Katolik
Kilisesi’yle birleştirmeye hazır olduğunu bildirmişti.[4]
Halkın ve din adamlarının çoğu bu duruma tepki gösteriyordu. Latinlere borçlu
kalmaktansa Osmanlılar tarafından yönetilmeyi tercih ediyorlardı.[5]
Grandük Notaras, bu durumu günümüzde de çoğu kişinin bildiği “Şehirde Latin
külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim” cümlesiyle özetlemişti.
İstanbul’un fethi ile Ortodoks Kilisesinin merkezinin Müslüman Türklerin eline geçmesiyle Bizans devri sona ermiş ve Ortodoksluk dünyevi iktidarını kaybetmişti. Bunun sonucunda Katolik-Ortodoks ayrılığı kurumlaşmıştı.[6] Fetihten sonra şehrin en büyük mabedi olan Hagia Sophia Kilisesi, II. Mehmed tarafından Ayasofya adıyla fethin sembolü olarak camiye çevrilmişti.[7] Bu fethin Türk-İslam ve Batı âlemi için başka bir önemini bize gösteriyordu. Hagia Sophia, Bizans başta olmak üzere Hıristiyanlar için büyük öneme sahipti. Yazımızın devamında da değineceğimiz gibi halk son çare olarak Hagia Sophia’ya sığınmıştı. Ancak bu şekilde kurtulabileceklerine inanıyorlardı. Osmanlıların şehri fethetmesinden sonra Hagia Sophia Kilisesi de kılıç hakkı* olduğu için Ayasofya Camii’ne çevrilmişti. Bu Türk-İslam dünyası için bir zaferken Batı âlemi için büyük bir kayıptı. Hem Türk-İslam dünyası hem de Batı âlemi için fethin önemini arttıran başka bir konu ise şehrin uğursuz olduğuna dair olan inançtı. Şehrin ele geçirilmesi halinde kıyametin kopacağına da inanılıyordu. Buna “Apokaliptik İnancı” deniyordu. Bahsettiğimiz Apokaliptik inancının her iki dinde de yeri vardı. Şehir daha ilk kuruluşundan itibaren “Allah’ın lanetine uğramış” olduğu, bu yüzden felaketlerin hiçbir zaman eksik olmadığı gibi bir temel söylemle takdim edilmekteydi.[8] Hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar bu konuda benzer görüşler ortaya koymaktaydılar.
Şehrin alınmasıyla Anadolu ile Avrupa yakası arasındaki toprak bütünlüğü de sağlanmıştı. Bu, Türk-İslam dünyası için önemli bir gelişmeydi. Bu durum Osmanlı İmparatorluğunu birçok konuda zorlayan bir mevzuydu. İkmal ve ticaret gibi konularda artık Osmanlılar daha rahat bir şekilde boğazları kullanabileceklerdi. Fetihle beraber yeni bir imparatorluk ideali belirlenmişti. Gelecekte siyasi ve kültürel ilerlemeye dayanak olacak adımlar atılıyor ve Osmanlı klasik çağı başlamış sayılıyordu.[9]
Şehrin Jeostratejik Konum
Jeostratejinin birçok tanımı mevcuttur. Ancak en dar anlamda jeostrateji; herhangi bir ülkeye yönelen düşman tehdidi ve ona karşı koyacak ülke silahlı kuvvetlerinin uygulayacağı savunma veya saldırı plan esaslarıdır.[10]
Bu bölümde İstanbul’un jeostratejik konumu üzerinde durmaya çalışacağız. İstanbul; coğrafi durumu bakımından karalar ve denizler arasında bir geçit yerinde bulunmasıyla büyük önem taşır. İstanbul Boğazı’nın Karadeniz ve Akdeniz kültür âlemlerini birleştiren bir deniz yolu olması, ayrıca Asya ile Avrupa’yı bağlayan karayollarının Boğaz’a doğru yaklaşarak burada birbirleriyle düğümlenmesi, İstanbul’un bütün tarihi boyunca gelişmesini etkileyen ve bu şehre özel bir kişilik kazandıran önemli bir faktördür. Şehrin İstanbul yarımadasının ucunda (günümüzde Sarayburnu) kurulmasını sağlayan coğrafi şartların en belirgini Haliç’in varlığıdır. Haliç hem fırtınalardan korunan güvenceli bir liman oluşturmuş, hem de Marmara deniziyle arasındaki tepelik yarımada sayesinde korumaya elverişli bir yerleşme yeri hazırlamıştır.[11] Bu da kuşatma için savunan taraf olan Bizanslılara bir avantaj sağlarken Osmanlılar için ise bir dezavantajdı. Şehrin sadece batısının kara ile bağlantısı vardı. Geri kalan bölgeleri denize bakıyordu. Bu sebepten şehrin sadece kara yoluyla ele geçirilemeyeceği açıktı. Denizden de donanmayla kuşatmaya destek verilmeliydi. Şehrin coğrafi konumu bunu zorunlu kılıyordu. Boğazlar, hem savunma hem de saldırı açısından jeostratejik öneme sahiplerdi.
Boğazlar, Trakya ile Anadolu
topraklarının irtibatını sağlıyorlardı. İstanbul’un ele geçirilememesi
Osmanlı’nın ikmal ve ticaret konusunda sıkıntılarının devam etmesi demekti.
Çünkü Bizans’ın varlığı Osmanlı’nın toprak bütünlüğü sağlamasını engelliyordu.
Doğu ve Batı’nın birleştiği kilit noktada bulunan Bizans bu sebepten ortadan
kaldırılmalıydı. İstanbul Boğazı ve Haliç şehrin önemli noktalarındandı.
Özellikle Haliç ve Bizans tarafından girişine çekilen zincir Osmanlı
donanmasına kuşatma sırasında birtakım zorluklar yaşatacaktı. Burası da şehrin
önemli stratejik noktalarından biriydi.
Fethin Askeri Önemi
Fetih beraberinde
önemli askeri gelişmeleri de getirmiştir. Bu askeri gelişmeler dünya tarihini
de etkileyecek boyuttadırlar. II. Mehmed, uzun bir süre sırf kuşatmanın nasıl
ve nelerle yapılacağına dair çalışmalar yürütmüştür. Askeri önem konusunda ilk
değineceğimiz nokta toplar olacaktır. Bu dökülen toplarla birlikte dünya
üzerindeki savaşlar yeniden şekillenmiştir. Toplar, artık orduların birinci
sınıf silahı haline gelmiş ve bundan sonra bütün kale muhasaralarında ve meydan
muharebelerinde bol miktarda kullanılmıştır.[12]
Kuşatma için II. Mehmed’in özel döktürdüğü toplar da hem fetih için hem de feodalite ile mücadele eden merkezi yönetimler için çok büyük önem arz edecekti. II. Mehmed, kuvvetli surlara sahip İstanbul şehrini zapt edebilmek için bunları yıkacak kudrette harp vasıtalarına sahip olma lüzumuna inanmış bulunuyordu. Bu konuda Orban (yahut Urbani) adında bir Macar top dökücüsünden faydalandı. Orban, çok büyük çapta top yapabileceğini fakat güllesinin yapılmasına karışmayacağını bildirmesi üzerine, padişah mermi meselesini bizzat üzerine aldı.[13]
İstanbul’un bin yıllık surlarının büyük çaplı toplar tarafından uzun süre dövülerek fethedilmesiyle topun tarihte ilk defa çok etkili bir silah olduğu bütün dünya tarafından anlaşılmıştı.[14] Bu topların kuşatma sırasında Bizanslılar üzerinde bıraktığı etki ve surlara verdiği hasarlar, Avrupa’da bulunan merkezi yönetimler için bir umut olacaktır. Çünkü kendi kalelerinde otoritelerini kuran feodal beyler üzerinde tıpkı Türklerin yaptığı gibi toplar kullanarak baskı kurmayı başarabileceklerdir.
Yine II. Mehmed’in teşvikiyle yapılan başka bir silah olan havan topuna gelecek olursak; Fethin en önemli günlerinden biri 20 Nisan olarak geçer. 20 Nisan deniz muharebesinden sonra II. Mehmed’in mühim bir icadı havan topudur. Bizzat II. Mehmed’in tarifi üzerine dökülen ve mermi yoluna dik bir şekil verilen topla Hıristiyan gemilerinden birini batırmak mümkün olmuştur. İşte bu, yeni icat havan topunun ilk numunesidir.[15] Kritovulos’un yazdıklarına göre ise II. Mehmed, havan topunu bizzat kendisi makinecilere tarif etmiştir.[16]
Fetihteki önemli askeri konular toplarla sınırlı değildir. En önem verilen başka bir konu ise Haliç’e kara yoluyla indirilen gemilerdir. Çünkü Haliç’e Bizans tarafından çekilen zincir işleri zorlaştırmaktadır. 18 Nisan günü başlayan ilk büyük çaplı taarruz da başarısızlıkla sonuçlanınca, Osmanlı ordugâhındaki hava olumsuz etkilenmişti. Ayrıca 20 Nisan’da da şehre ek yardım ulaştırılmıştır. Bu kötü gidişatı durdurmak için çok önceden hazırlanmış plan hemen devreye sokulmuştur. Beşiktaş-Kabataş arasında kalan ufak koydan Kasımpaşa’ya uzanan vadide veya Eyüp karşısına uzanan kesimde bir süredir hazırlanan özel bir yol aracılığıyla altmış gemi karadan yürütülüp Haliç’e indirilmişti.[17] II. Mehmed, surların en zayıf tarafının Haliç surları olduğunu biliyordu. Kara surlarını döven toplarla Haliç surları dövüldüğü takdirde bunların yıkılması daha kolaydı.[18]
Yine askeri öneme sahip başka bir gelişme ise Haliçte kurulan köprüydü. Kumbarahane ile Defterdar arasında kurulan bu köprü inşaatında duba vazifesi gördürülmek üzere binden fazla fıçı ve sandal kullanılmıştı. Köprünün inşaatı kısa zamanda bitince her iki başına da toplar yerleştirildi. Haliç tarafındaki başında toplar dumbazların üstüne konmuş bulunuyordu. Böylece İstanbul surları Haliç tarafından da yakından mesafeden dövülmeye başlandı.[19] Bu da Bizans’ı daha da zor bir duruma düşürmüştü.
Osmanlıların yaptıkları harp kuleleri de çok önemli unsurlardı. Bizans ve Latin kaynaklarına göre Türklerin yaptığı harp kuleleri o devirde yapılanlar arasında en mükemmelleriydi. Son olarak ise lağımcılar fetih çok önem arz ediyorlardı. Yer altından surlara yanaşabilmek ve hatta daha ileri gidebilmek gayesiyle bir takım lağımlar da kazılmıştı. Zaten bu lağım açma faaliyetlerini güvenli bir şekilde geçmesini sağlayanlar da az önce bahsettiğimiz tekerlekli kulelerdi.[20] Lağımcılar hem en önemli işi yapan hem de en çok kayıp veren asker gruplarından biriydiler.
KAYNAKÇA/DİPNOTLAR
[1] Feridun M. Emecen, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600), İstanbul, 2022., s.341.
[2] Mustafa Cezar, Mufassal
Osmanlı Tarihi, Ankara, 2021, c. 1, s.469.
[3] Halil İnalcık, “Mehmed II”, DİA, c .XXVIII, 2003, s.398.
[4] Erhan Afyoncu,
“Latin Külahı mı? Türk Sarığı mı?”, Düşten
Fethe İstanbul, Coşkun Yılmaz (ed.), (İstanbul: Üsküdar Belediyesi Kültür
Yayınları, 2015), s.98.
[5] Erhan Afyoncu, a.g.m., s.99.
[6] Hidayet Işık, “İstanbul’un Fethinin Hristiyanlık
Üzerindeki Etkileri”, Dini Araştırmalar,
2001, c. 4, Sayı: 10, s.202.
[7] Semavi Eyice,
"Ayasofya", DİA, c. IV, 1991, s.206.
* “Kılıç Hakkı” savaş yolu ile kazanılan ganimetlere
verilen genel bir isimdir. II. Mehmed’in İstanbul’u fethi sonrası Hagia Sophia
Kilisesi bir kılıç hakkı olmuştur.
[8] Feridun M.
Emecen, a.g.e., s.39.
[9] Feridun M. Emecen, a.g.e., s.140.
[10] Bilal Karabulut, Jeostrateji ve Jeopolitiğin Ülke Dış Politikalarındaki Yeri ve Türkiye (Ankara: Gazi
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, 2004), s.20.
[11] Işın Demirkent, “İstanbul”, DİA, c. XXIII, 2001, s.205.
[12] Mustafa Cezar, a.g.e.,
s.408.
[13] Mustafa Cezar, a.g.e.,
s.406-409.
[14] Salim Aydüz,
“Fethin Topları: Ateşli Silahların Gelişmesinde Sultan Fatih’in Rolü”, Düşten Fethe İstanbul, Coşkun Yılmaz
(ed.), (İstanbul: Üsküdar Belediyesi Kültür Yayınları, 2015), s.121.
[15] Mustafa Cezar, a.g.e.,
s.433.
[16] Muzaffer Gökman, İstanbul’un Fethi: Kritovulos, İstanbul, 1967, s.71.
[17] Feridun M.
Emecen, a.g.e., s.138.
[18] Mustafa Cezar, a.g.e., s.430.
[19] Mustafa Cezar, a.g.e.,
s.436-437.
[20] Mustafa Cezar, a.g.e., s.439-440.