FETİH SONRASI II. MEHMED'İN GENEL TUTUMU
İstanbul’u fethetmek II. Mehmed’in en büyük hayallerinden biriydi. Bunu başardıktan sonra nasıl bir tutum izlediği de değinilmesi gerekilen konulardandır.
II. Mehmed, kuşatma öncesi şehrin oldukça az hasarlı bir şekilde alınabilmesi için elinden geleni yapmıştı. Çünkü kendi imparatorluğunun gelecekteki başkenti olarak düşündüğü şehrin, eline yağma sonrası bir harabe yığını olarak geçmesini istemiyordu. Fetih sonrası üç günlük yağmaya izin verse de ilk günün sonunda buna son vermiştir.[1] Kiliselerin çoğuna dokunulmamış olmasının sebebi de II. Mehmed’in kararına bağlanmaktadır.
Binaların tahribi önlenmiş, daha sonra pek çok esir fidye verilmek suretiyle serbest kalmış, bazılarının fidyesini bizzat II. Mehmed ödemiştir.[2] Padişah, İstanbul halkına da hoşgörü ile yaklaşmıştır. Hagia Sophia Kilisesi’ne sığınan halka dokunmamış. Hatta onlara güvence bile vermiştir. Yerli halka saldırgan bir tutum sergilemek yerine daha çok onlara karşı bir hoşgörü politikası izlemiştir. Hatta kumandanlarına ve askerlerine şehir halkına, kadınlara ve çocuklara karşı her türlü katl, esir alma veya düşmanca davranışta bulunmayı yasaklamıştır.[3]
II. Mehmed, İstanbul’un zaptını takip eden ilk günlerden itibaren Rumlara karşı çok insanî davranmıştır. Onların yeniden bir patrik seçmelerine imkân vermiştir. Aynı dönemde Avrupa’da ise tam tersine din üzerinden bir baskı politikası hâkimdir. II. Mehmed, Ortodoks patrikliğinin ihyası fikrini savunuyordur. Bu sayede Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki çekişmenin devamını sağlamak, böylece Rumlarla diğer Ortodoks Balkanlıların Osmanlı İmparatorluğuna bağlanmalarını temin etmek istediği açıktı.[4] Fatih’in emri üzerine toplanan ruhanî meclis, birleşmeye karşı olan ve 12 Aralık 1452’deki ayini protesto eden Georgios Skolarios’u II. Gennadios adıyla patrik seçti. II. Mehmed, patriğe Türk ve İslam hukuku çerçevesinde dini ve medeni haklar tanıyan bir ferman vermişti. Bütün Hıristiyan dünyasını hayrete düşüren bu fermanla patrikhaneye tanınan imtiyazlar eskiye göre çok daha fazlaydı.[5]
II. Mehmed’in fetihten sonra yaptığı ve tutumunu bize gösteren bir diğer örnek ise Çandarlı Halil Paşa’nın görevinden alınıp idam ettirilmesidir. Bu olayın temelleri fetihten bir süre önce atılmıştır. Çandarlı Halil Paşa, II. Murad zamanında Varna Savaşı’ndan önceki günler ve II. Kosova Savaşı’nın tehlikeli anlarını yakından bildiği için yeni bir Haçlı ittifakına sebep olabilecek İstanbul kuşatmasından endişe duyuyor ve bazı şartlar içinde zaman zaman kuşatmanın kaldırılması teklifinde bulunuyordu. İstanbul’un fethinden hemen sonra, rüşvet aldığı yönündeki söylentiler ve hakkında çıkarılan bazı tertipli sözler bahane edilerek, tahttan indirilmesine sebep olduğu için kendisine karşı husumet duyan II. Mehmed tarafından 30 Mayıs 1453’te azledildi. Kırk gün sonra da Edirne veya İstanbul zindanında idam edildi.[6] Bu durum da II. Mehmed’in zaferi elde etse dahi kararlılığının ve gelecekte kendisine iktidarında sorun çıkarabilecek kişilere taviz vermediğinin bir göstergesidir.
Kısacası II. Mehmed’in fetihten sonraki tutumu şehri yeniden ayağa kaldırmaya, mümkün oldukça kilise gibi önemli olan yapılara zarar vermemeye, nüfusunu arttırmaya, halka hoşgörü ile yaklaşmaya, iktidarını güçlendirmeye yönelik olacak şekilde şekillenmiştir.
İSKÂN POLİTİKASI
İskân, sözlükte “sürekli oturmak üzere bir kimseyi bir yere yerleştirmek, yurt edindirmek, boş bir yeri meskûn hale getirmek” şeklinde tanımlanır.[1] Osmanlı İmparatorluğu’nda tarih boyunca iskân politikası büyük önem arz etmiştir. Fetihten sonra büyük hasar alan kentin nüfusunu arttırmak II. Mehmed’in ilk hedeflerinden biriydi. Aynı zamanda II. Mehmed bu amacı doğrultusunda herhangi bir ayrım yapmamıştı. Rumlara karşı gayet olumlu bir yaklaşım sergilemiştir.
İlk zamanlardan beri fethedilen yerlerin yeniden kurulmasında dikkate alınan prensiplerden biri iskândı. İskân, şehir halkı için geçerli olduğunda, bölge nüfusunun belli bir oranı, örneğin onda biri, kadı ve subaşı tarafından seçilip belirleniyor, adları ve eşkâlleri bir deftere kaydediliyor ve ardından yeni yerleşimlerine gönderiliyorlardı. Bu kişiler özel bir statüye sahip olup belli bir süreliğine vergiden muaf oluyorlardı.
Kritovulos, Sultan’ın önce yüksek rütbeli yönetici ve askerlere görkemli evler hediye ettiğini aktarır ve “bazılarına oturmaları için güzel kiliseler dahi verdi” der. Sultan sonrasında esir Rumların beşte birini “şehir limanının kıyıları boyunca”, muhtemelen Fener semti civarında ağırlık olmak üzere yerleştirmiştir. Devletin her bölgesinden Hıristiyan, Müslüman ve Yahudilerin şehre yollanmasını emreden buyruklar çıkarmıştır.
İstanbul’un ilk subaşısı Karıştıran Süleyman Bey olmuştur. II. Mehmed, onu her şeyden özellikle de yeniden nüfuslandırmadan sorumlu olarak bırakmış, bu konuyla ilgili özellikle gayretli çalışması talimatını vermiştir. İstanbul’a Eylül’e kadar beş bin hanenin sürülmesini emretmiştir. Kendi rızasıyla gelen zengin ya da fakir herkesin boş ev veya konaklardan seçtikleri herhangi birinde oturabileceklerini ve bu evlerin mülkiyetlerinin de oturanlara verileceğini bildirmiştir.
1459’da, Sultan İstanbul’un kalkınması ve iskânı için olağanüstü önlemler almıştır. Bunların en önemlisi, bir sonraki bölümümüzü de ilgilendiren ileri gelen yöneticilerin her birine seçtikleri bir mahallede imar faaliyetleri yürütmesini emretmesiydi. Bu sayede hem ticaret desteklenecek hem de bölgede nüfus artışı olması sağlanacaktı. 1459 sonunda II. Mehmed fetih öncesi veya sonrası köle veya mülteci olarak İstanbul’dan ayrılmış Rumların geri dönmesini emreden buyruklar yollamıştır. Her şehirden birkaç yüz zanaatkâr ve zengin sakinin İstanbul’a gönderilmek üzere seçileceğini bildiren emirler de verilmiştir.
II. Mehmed, sarayın ve şehrin iaşesini garanti altına almak için kuşatma öncesi veya sırasında terk edilmiş veya yıkılmış civar köylerin yeniden canlandırılmasıyla da ilgilenmiştir. Fetihlerinden sonra elde ettiği çok sayıda esir köylüyü has kul veya ortakçı kul statüsünde bu köylere yerleştirmiştir.[2] Bu sayede köylerde de iskân politikası izlenmiştir.
II. Mehmed, uyguladığı iskân politikasıyla İstanbul’u imparatorluğun başkentine yakışacak şekilde yüksek nüfuslu bir şehir haline getirmişti. Bunu yaparken herhangi bir ayrım yapmamış, herkese hemen hemen eşit şekilde yaklaşmıştı. Bu nüfus artışıyla birlikte şehir de canlanmıştı.
-Imoogi
KAYNAKÇA/DİPNOTLAR I
[1] Halil İnalcık, İstanbul Tarihi Araştırmaları, İstanbul, 2019, s.14.
[2] Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet 1453, İstanbul, 2018, s.325.
[3] Feridun M. Emecen, a.g.e., s.327.
[4] Mustafa Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. 1, Ankara, 2021, s.464-465.
[5] M. Süreyya Şahin, “Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi”, DİA, c. XII, 1995, s. 343-344.
[6] M. Münir Aktepe, “Çandarlı Halil Paşa”, DİA, c. VIII, 1993, s.213.
KAYNAKÇA/DİPNOTLAR II
[1] Yunus Koç, “İskân”, DİA, c. EK-1, 2020, s. 649.
[2] Halil İnalcık, İstanbul Tarihi Araştırmaları, İstanbul, 2019, s.17-23.