İMAR POLİTİKASI
Fethin ardından İstanbul’da uygulanan iskân politikasının yanında bir de imar politikası vardı. Çünkü kuşatma sırasında her ne kadar II. Mehmet bunu istemese de doğal olarak şehir büyük hasar almıştı. Bunu gidermek için şehirde belli yapı iyileştirmeleri ve farklı alanlarda kullanılmak üzere yapılar yapıldı. Bunun için devletin ileri gelenlerinin görevlendirildiğini görürüz. II Mehmet’e göre fetih sadece bir yerin ele geçirilmesi değil, her yönüyle geliştirilmesi demekti.
Ekonomik Yapılar
Bir şehrin ticari hayatını yeniden canlandırmak için ekonomik yapılar oldukça önem arz eder. Osmanlılar için bu yapıların başında bedestenler geliyordu. Bedesten başlangıçta ahşap olarak yapılan, şehirde yükselen, içinde dükkânları barındıran belirgin bir yapı idi. Bütün alışveriş onun etrafında yapılıyordu. Şehrin en canlı ticaret bölgesinin merkezi konumundaydı. Çarşılar bedestenler etrafında şekilleniyor, yakınına tüccar hanları yapılıyor veya evvelce yapılanlar gittikçe yayılan sınırların içinde kalıyorlar, aralarda ise iki kenarında dükkânlar bulunan sokaklar meydana geliyordu. İstanbul'daki Kapalı Çarşı bu şekilde doğmuştur.[1]
İstanbul'da ticaret ve çarşı bölgesinin çekirdeği sayılan bedestenin inşasına 1456’da karar verilmiştir. İstanbul’da dokuma, silah ve öteki değerli maddelerin satıldığı kubbeli bir bina olan ilk Bedesten de 140 dükkân ve “sandık” vardı ve en zengin tüccar bu güvenceli binada otururdu. Bedestenin dört kapısından çıkan dört yolun çevresinde birbirine paralel sokaklarda çarşılar yer almaktaydı. Bu çarşılardan, Doğu düşüncesine göre en “asil” olanlar, Bedestene en yakın sıralanmıştı. En uzakta, kullanılmış malları satan tüccarın çarşısı olan Bit Pazarı yer almıştır. Bu çarşıların tümü Büyük Çarşı’yı oluşturmuştur. Sultan’ın yaptırdığı Büyük Çarşı’nın yanında veziriazam Veli Mahmud Paşa’nın yaptırdığı, 265 dükkândan oluşan ikinci büyük çarşı kompleksi yer alır.[2]
Galata Bedesteni de yine II. Mehmet döneminde yaptırılan başka bir ekonomik amaçlı yapıdır. Galata’daki bu bedesten, II. Mehmet evkafından olarak XV. Yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmıştır. Çevresine Yelkenciler, Rüstem Paşa hanları ile bazı ahşap dükkânlı çarşılar kurulur. Benzerlerinden farklı olarak dikdörtgen değil, kare şeklinde inşa edilmiştir.[3]
Haliç üzerindeki limanlara gelen yağ, bal, un, yemiş kapanları kurulurken halkın mum ihtiyacı için de mumhâne kurulmuştur.[4] Yine birçok debbağhane, at pazarı ve farklı dükkân gibi yapılar da şehre II. Mehmet döneminde kazandırılmıştır.
Dini Yapılar
İstanbul hem Doğu hem de Batı için kritik öneme sahip bir dini şehir olduğu için dini yapılar özellikle ön plana çıkmıştır.
II. Mehmet döneminde yapılan ilk işlerden bir tanesi bu yapıların en önemli örneklerinden birisi olan Hagia Sophia Kilisesi’nin Ayasofya Camii’ne çevrilmesidir. Böylece ilk Cuma namazı da burada kılınmıştır. II. Mehmet camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakfetmiştir; yanına sonraları birçok defa değişikliğe uğrayan bir de medrese yaptırmıştır.[5]
Diğer bir önemli dini yapı ise II. Mehmet’in kendi adına yaptırılan Fatih Cami ve Külliyesi’dir. Külliye bölümüne yazımızın son bölümü olan “Kültürel Ve Sosyal Yapılar” başlığında değineceğiz.
İnşa ediliş sürecine gelecek olursak, fetihten hemen sonra Ortodoks patrikliğine tahsis edilmişken çok harap bir halde bulunan bu On İki Havari Kilisesi’nde barınamayan patriğin 1455’te başka bir yere taşınmak istemesi üzerine, II. Mehmet ona diğer bir kiliseyi bağışlayarak buranın yerini kendi adına yaptıracağı külliyeye tahsis etmiştir. Fatih Cami ve Külliyesi’nin mimarı da Atik Sinan’dır.[6]
Eyüp Sultan Cami ve Külliyesi de II. Mehmet tarafından fethin hemen ardından yaptırılan başka bir dini yapıdır. Cami, 1458-1459 yılları arasında yapılmıştır.[7]
Diğer bir önemli dini yapı ise her ne kadar II. Mehmet’in vefatından sonra yapılsa da bu bölümde yer vermek istediğimiz Fatih Cami’nin hazire alanında bulunan Fatih Türbesidir. II. Mehmet 1481’de Gebze yakınındaki Sultan Çayırı’nda vefat edince cenazesi İstanbul’a getirilere Fatih Cami’nin hazire alanına gömülmüştür. Türbe, 1766 depreminde büyük hasar alsa da hızlıca onarılmıştır.[8]
Kültürel ve Sosyal Yapılar
Ekonomik ve dini yapılar kadar bir şehrin kültürel ile sosyal yapıları da önemlidir. Camilerin yanına yapılan külliyeler bunun en basit örnekleridirler.
II. Mehmet, önce Ayasofya Camii kompleksi ile altyapı tesislerini kurmuştur. Sonraları 1463’te Osmanlı kent kurma gelenek ve kurallarını izleyerek İstanbul’da kendi adına bir cami ile sultanî ve bir külliye (Fatih Cami Ve Külliyesi) inşasını emretmiştir. Sekiz yıl içinde tamamlanan bu kompleksin hayrat binaları, 100 bin metrekare alanı kaplıyordu ve bir cami ile iki yanında camiye paralel sekiz büyük, sekiz küçük medrese, bir tabhane (kış misafirhanesi), bir imâret (misafirhane ve aşevi) ve hastane ile sıbyan mektebini ve bir kütüphaneyi içeriyordu. Hayrat binalarının masraflarını sürekli biçimde karşılamak için yapılan tesisler, 280 dükkândan oluşan ve duvarla çevrili büyük bir çarşıyı (Sultan Pazarı), hamamları (Çukur-Hamam ve Irgatlar Hamamı) içeriyordu.
Fatih Külliyesi’ne daha detaylı şekilde bakacak olursak, içinde bulunan sekiz medresenin en üst sırasında dinî ilimlerin okutulduğu ihtisas medreseleri sayılmaktaydı. Bu medreseler Sahn-i Semân adıyla tanınırlardı. Medreselerin her biri 19 oda ve bir dershaneden ibaretti.
Külliyenin içinde bulunan hastane İstanbul’daki ilk hastane sayılmaktadır. İlk görevliler 14 kişi olarak kaydedilmişlerdir.[9]
Saray-ı Atîk-i Amire, II. Mehmed’in İstanbul’da yaptırdığı ilk saraydı. Tursun Bey bu saray hakkında daha kapsamlı bilgi verir. Padişah, iki denize ve iki karaya bakan bir yer seçip burada dört köşeli, duvarları sağlam bir saray yaptırmıştır. Bir kısmını harem-i hâs için ayırıp bir kısmını kendi istirahati ve iç oğlanlarına tahsis ederek kasırlar, köşkler inşa ettirmiştir. Saray alanının bazı yerlerinin divan ve taht için yaptırmıştır. Bir tarafının da av sahası olarak ayrılıp çeşitli hayvanlarla doldurtmuştur. Giovanni Maria Angiolello ve Giovantonio Menavino gibi iç oğlan olarak bizzat sarayda hizmet görmüş olanlar da saray bahçesindeki av hayvanları ile nâdide kuşların varlığına dikkat çekmişlerdir. Sarayın yapılışından etraflıca bahseden İbn Kemal, II. Mehmet'in İstanbul’u devletin merkezi yapmaya karar vermesi üzerine bu sarayın şehrin içinde hem karaya hem denize bakan çok geniş bir arazi üzerinde, bir orta avlu etrafında yüksek çatılı binalar halinde inşa edildiğini ifade eder.[10]
Saray-ı Atîk-i Amire’den sonra Fatih bir saray daha yaptırmak istemiştir. Bu saray Topkapı Sarayı'dır. Topkapı Sarayı’nın inşaatının 1465’te başladığı kabul edilmektedir. Topkapı Sarayı üç ana avlu ve üç âbidevî kapı etrafında şekillenmiştir. Birinci kapı Bâb-ı Hümâyun, ikinci kapı Bâbüsselâm ve üçüncü kapı Bâbüssaâde’dir. Bâb-ı Hümâyun ile Bâbüsselâm arasındaki büyük meydan sarayın ihtiyaçlarını karşılayan birimlerin ve çalışanların bulunduğu kısımdır. Ayrıca halkın ve askerin girip çıkabildiği bir meydan özelliği göstermektedir. Bâb-ı Hümâyun’dan Bâbüsselâm’a doğru giderken sağda sarayın hastanesi (Enderun Hastahanesi), su dolabı gibi hizmet binaları ile fırınlar bulunmaktadır. Sol ön tarafta sarayın her bölümünde kullanılacak odunların yığıldığı bir alan vardı. Fırınlar, hastane, nakkaşhâne, mimarlar ocağı, mehterhâne ve ıstabl-ı âmire Bîrun kısmı olarak adlandırılırdı. Bâbüsselâm ikinci avlunun girişinde iki kuleli, iki cepheli âbidevî giriş kapısı olup devlet merasimlerinin icrasına başlanan yerdi.
Topkapı Sarayı’nda ilk inşa edilen binalardan olan Çinili Köşk, Sırça Saray diye bilinirdi. Bu yapının II. Mehmet tarafından surların ve bahçelerin yapımı esnasında inşasına başlandığı ve Bâb-ı Hümâyun’dan önce 1472’de tamamlandığı kitabesinden anlaşılmaktadır.[11]
O yıllardaki bir şehir için su yolları büyük önem arz ediyordu. Bunun en önemli örneği Kırkçeşme idi. Tursun Bey’in, Târîh-i Ebü’l-Feth adlı kitabında fetihten sonra Fâtih Sultan Mehmed’in yaptırdığı su yolları hakkındaki bilgi verdiği bölümde eskiden inşa edilmiş su kemerlerinin hepsinin yıkılmış olduğunu, bunların II. Mehmet tarafından yeniden yaptırıldığını, isâleye yeni membaların katıldığını anlatılmakta ve sonunda, “Bir büyük kemerin altında Kırkçeşme etti” diye yazılmaktadır. Bu ifadeden Bozdoğan Kemeri’nin kuzeyinde bulunan ve Kırkçeşme adıyla anılan sıra çeşmelerinin de II. Mehmet tarafından inşa ettirdiği anlaşılır.[12]
[1] Semavi Eyice, “Bedesten”, DİA, c. V, 1992, s. 303.
[2] Halil İnalcık, İstanbul Tarihi Araştırmaları, İstanbul, 2019, s. 125-126.
[3] Eyice,
“Bedesten”, s. 306.
[4] İnalcık, a.g.e., s. 140.
[5] Semavi Eyice,
“Ayasofya”, DİA, c. IV, 1991, s. 206-207.
[6] Semavi Eyice, “Fatih Camii Ve Külliyesi”, DİA, c. XII, 1995, s. 244.
[7] Semavi Eyice,
“Eyüp Sultan Külliyesi”, DİA, c. XII, 1995, s. 9.
[8] Eyice,
“Fatih Camii Ve Külliyesi”, s. 246.
[9] İnalcık, a.g.e.,
s. 135-136.
[10] Banu Bilgicioğlu, “Saray-ı Atîk-i Âmire”, DİA, c. XXXIX, 2009, s. 122.
[11] Zeynep Tarım Ertuğ, “Topkapı Sarayı”, DİA, c. XLI, 2012, s. 256-261.
[12] Kazım Çeçen,
“Kırkçeşme Suları”, DİA, c. XXV, 2022, s. 477.