MALAZGİRT SAVAŞI’NDAN ÖNCE ANADOLU’DAKİ SELÇUKLU AKINLARI
Çağrı Bey’in İlk Akınları
1040 Dandanakan Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Merv Kurultayı’nda alınan
kararlar gereğince Çağrı Bey’e devletin doğu toprakları Sultan olan Kardeşi
Tuğrul Bey’e bağlı kalmak şartıyla verilir. Merv kurultayı, henüz teşekkül etmeye başlayan Büyük Selçuklu Devleti'nin siyasi
yapısının ve dış politika hedeflerinin belirlendiği kurultay olması bakımından önem arz eder. Selçuk'un evlatlarının devleti
kurduktan sonra özellikle Harezm, Taberistan, Gilan, Mazenderan ve Azerbaycan
yönüne ilerlemeleri, aslında ileri hedeflerinin hangi bölgeler olduğunu gösterir.
Merv Kurultayı’ndan önceki yıllarda Çağrı Bey’in 1015, 1016 veya 1018
yıllarında yaptığı belirtilen Doğu Anadolu Seferini ele almak gerekir. Bu konu
hakkındaki kaynaklar, günümüze ulaşmayan Melikname’den bilgiler sunan
Ebu’l- Ferec ve Mîrhând’ın aktardıkları olarak kabul edilir. Mîrhând’a göre
Tuğrul ve Çağrı beyler Horasan’da tutunamayacaklarını anlayınca Çağrı Bey’in
yeni bir arayışa girdiği görülür.[1]
Konuya ilişkin Urfalı Mateos, 1018-1019 yıllarında (Ermeni takvimine
göre 467. Yıl) Türk olarak nitelendirilen ve başlarında Çağrı Bey’in mi yoksa
başka bir komutanın mı olduğu bilinmeyen bir grubun Vaspurakan’a girdiğini
aktarır. Buradaki Türk kuvvetinin üç bin kişiden oluştuğu yönünde genel bir
kanaat vardır.[2]
İlerleyen süreçte faaliyetlerine devam eden Çağrı Bey, Buhara’ya döndüğünde
Tuğrul Bey’e yaptığı seferler hakkında malumat vererek, Karahanlılarla ve Gaznelilerle mücadele etmelerinin mümkün olmadığını belirterek batıya gitmeyi teklif eder. Çağrı Bey bahsettiği topraklarda kendilerine karşı koyabilecek bir gücün olmadığını ifade eder.[3]
Buradan aslında Selçukluların kuruluş öncesi dahi yönlerini mecburiyetten veya
isteyerek de olsa yönlerini batıya dönme eğiliminde olduklarını görebiliriz.
Tuğrul Bey Dönemindeki Akınlar
Merv Kurultayı’ndan sonra sefer rotalarını belirleyen Selçuklular, kısa süre içinde harekete geçerek muhtelif sahalara seferler düzenlerler. Yeni kurulan devleti yönetenlerin Çağrı Bey'in de belirttiği üzere kapıları açık olan zengin İran coğrafyası dururken, daha öncesinde kendilerinin de geldikleri göçebe doğu topraklarına dönüş yapmalarını beklemek pek de mümkün değildir.[4]
o halde Selçukluların İran üzerinden ilerleyen ve Anadolu'ya ulaşan fetihleri aşamalar halinde gerçekleşecektir. Bu bağlamda Anadolu’nun
fethi Oğuz-Türkmen akınları aşaması, düzenli orduların yaptığı fetihler aşaması
ve Anadolu’da kurulan bağlı devletlerin giriştikleri fetihler aşaması şeklinde
üç gruba ayrılabilir.[5] İlk aşamada karşımıza Selçukluların kuruluşundan itibaren en önemli
meselelerden biri olarak göçebe Oğuzların/Türkmenlerin göç hareketleri karşımıza çıkar. Burada ''Müslüman'' bir hükümdar olan Tuğrul Bey’e çok önemli bir rol düşer.
Tuğrul Bey sadece Oğuzların/ Türkmenlerin sultanı değildir. Tuğrul Bey aynı zamanda hamisi olduğu
muhtelif Müslüman halk kitlesini de yöneticisi pozisyonundaydı. Dolayısıyla onları korumakla
yükümlüdür. Bununla beraber Tuğrul Bey devletin kuruluşunda ve askeri kuvvetinde temel
yapıyı oluşturan soydaşlarını da gözetip, zaruri olarak onlara yeni yurtlar bulmak
zorundadır.[6]
Ancak henüz sultana bağlanmamış Türkmen/Oğuz grupları İslam toprakları için potansiyel birer tehdit unsurudur. Bu grupların yeni yurtlar bulmak maksadıyla gerçekleştirdikleri akınlar neticesinde Abbasi halifesi Kâ’im bi’Emrillah gidişata son vermek amacıyla Mâverdî’yi* elçi olarak Tuğrul Bey’e gönderir. Halife mesajında Tuğrul Beyden bu duruma son vermesini fethettiği memleketlerin kendisine yeteceğini söyler. Tuğrul Bey ise buna karşılık ‘‘Benin askerlerim (milletim) pek çoktur ve bu memleketler onlara kifâyet etmemektedir’’ cevabını verir. Elçinin Tuğrul Bey’i yönlendirme çabasına karşılık Tuğrul Bey, ‘‘Doğru hareket için elimden gelen her şeyi yapıyorum eğer adamlarımdan (Türkmen/Oğuz) aç kalanlar kötülük ediyorlarsa buna karşılık ben ne yapabilirim’’ cevabını verir. Buradan Selçuklu sultanlarının Oğuzları devletin kurucu unsuru saymakla beraber aynı zamanda onların aşkın hareketleriyle uğraşmak zorundan kaldıklarını açık bir şekilde görürüz. Bu bakımdan Anadolu’ya yapılacak seferler zaruri hale gelir. Anadolu’ya yapılacak akınlar, içeride biriken enerjinin yeni sahalara aktarılmasını sağlar. Ayrıca sefer hareketleri ‘‘dârü’l-Harb’’ olarak nitelendirilen Bizans toprakları üzerinedir. Bu durum Selçuklu sultanlarının dini motivasyonları bakımından önem arz eder. Büyük Selçuklu Devleti bu meseleyi çözmek için iki yol benimser: İmparatorluk içerisindeki Türkmenleri Anadolu’ya ve Suriye’ye -batı uçlarına- sevk etmek ve daha çok Melikşah döneminde Nizamülmülk’ün Siyasetname adlı eserinde teklif edilen geride kalan Türkmenlerin hanedana yakınlaştırılması için alınacak tedbirlerdir.[7]
Tuğrul
Bey'in Rey’i hareket merkezi olarak belirlemesinden sonra hanedan mensuplarını fetih hareketleri için görevlendirmeye başlar. Bu doğrultuda
Musa Yabgu’nun oğlu Hasan’a ve Çağrı Bey’in oğlu Yakutî’ye Azerbaycan’ı ele
geçirmeleri talimatı verilir. Bu beylerin komutasında pek çok Türkmen Grubu
mevcuttur.[8]
Selçukluların gerçekleştirmeye başladıkları bu harekatlar üzerine Bizans İmparatoru IX. Konstantinos
Monomakhos, Gürcü general Liparit’i Doğu Anadolu’ya göndererek Dovin’e kadar olan bölgeyi
1045 yılında hakimyeti altına alır. Bunun üzerine Kutalmış, Tuğrul Bey’in
emriyle Liparit’i Gence*
önlerinde mağlup eder. Bu zafer aynı zamanda Bizans’a karşı kazanılan ilk
Selçuklu başarısıdır.[9] Musa Yabgu’nun oğlu
Hasan Pasin ve Erzurum çevresine akınlar yaparak Van Gölü havzasına yürüdür.
Bunun üzerine harekete geçen Bizans kuvvetleri, 1047-1048'de Zap Suyu
kenarında yapılan bir savaşta Hasan'ı öldürmeyi ve Büyük Selçuklu kuvvetlerine ağır bir
darbe indirmeyi başarırlar.[10]
Anadolu’ya Büyük Selçuklular adına – Sultan Tarafından görevlendirilmek suretiyle- ilk defa girildiği
varsayılan bu akın böylece başarısız olur. Tuğrul Bey bunun üzerine
Azerbaycan Valiliğine İbrahim Yınal’ı atayarak Anadolu seferi için
görevlendirir. İbrahim Yınal ordusuyla beraber Anadolu’nun içlerine doğru
harekete geçerek, Erzen’i yağmalar ve ardından yakar. Selçuklu akınları
devam ederken İmparator, Gürcistanlı Liparit’ten yardım talep eder ve çoğunluğu
Gürcülerden oluşan bir ordu meydana getirilmesini sağlar. İki ordunun 1048 yılında
Pasinlerde karşılaşması Selçuklular lehine sonuçlanır. Bu savaşın önemi Bizans’a
karşı elde edilen ilk büyük zafer oluşudur. Ancak bu savaş bir fetih hareketi
değildir; intikam amaçlı geçici bir işgal hareketidir.[11] İki taraf arasında
yapılan görüşmeler sonucunda Emeviler döneminde İstanbul’da yaptırılmış caminin
tamir edilmesi ve hutbenin Fatımi halifesi için değil, Abbasi Halifesi El-Kaim
ve Tuğrul Bey için okutulmasına karar verilir. Ancak İmparator, Bizans’ın
Selçuklulara yıllık vergi ödemesini reddeder. İki taraf arasında net bir
anlaşma sağlanamaz. Bundan dolayı Bizans Anadolu’daki üslerini kuvvetlendirme
yoluna gider ancak Selçukluların iç meselelerle uğraşmaları Anadolu akınlarının
bir süre sekteye uğramasına yol açar.[12]
Dört yıllık aradan sonra Tuğrul Bey yeniden Anadolu’ya yönelerek Muradiye Kalesi’ni ele geçirir. Ardından Erciş’i teslim alır ve müstahkem Malazgirt kalesini muhasara eder. Kalenin düşmemesi üzerine Tuğrul Bey, kış mevsiminin gelişini göz önünde bulundurarak baharda tekrar Anadolu’ya yönelmek için Azerbaycan’a çekilir. Ancak Irak’taki siyasal durum ve muhtelif iç meseleler Tuğrul Bey’e aklındaki yeni seferi düzenlemesi için imkân tanımaz.[13] Tuğrul Bey’in Anadolu’ya yönelememiş olması akınların durduğu manasına gelmemektedir. Selçuklu komutanları ve hanedan mensupları – melik- bu dönemde akınların devamını sağlarlar. Tuğrul Bey döneminde gerçekleştirilen akınlarda Malatya ve Sivas’ın doğusu Selçuklu akınlarının hareket sahası olur. Bu dönemde gerçekleştirilen akınlar geçici niteliktedir ve ganimet elde etmek amaçlıdır. Malatya ve Sivas’a kadar ilerlenmesinden de anlayabileceğimiz üzere Bizans bu saldırılara karşı mukavemet gösterememiştir. Tuğrul Bey dönemindeki bu akınların önemi, gelecekteki büyük fetihlere zemin hazırlamış olmalarından ileri gelir.[14]
Alparslan Dönemindeki Akınlar
Alparslan saltanatını güvenceye aldıktan sonra Tuğrul Bey döneminde başlayan Anadolu seferlerine devam ederek işe başlar. Sultan orduyu iki kol haline getirir ve kendisi Gürcistan üzerine hareket eder. Oğlu Melikşah ve vezir Nizamülmülk ise diğer koldan Bizans sınırlarına doğru hareket ederler. Anadolu koluna bakacak olursak, Melikşah ilk olarak Biurakan kalesini ve Sürmeli’yi ele geçirir. Devamında Marmaraşin kuşatmaya alınır. Kısa bir süre önce meydana gelen deprem neticesinde zayıflayan surlar buradaki kalenin zor da olsa Selçuklulara geçmesinde önemli rol oynar. Aynı sıralarda Gürcistan’ı kontrol altına alan Alparslan, Melikşah’ın kuvvetleriyle bir araya geldir.[15]
Bundan sonra Alparslan, Kars- Ani bölgesine yönelir. Bölgedeki kuvvetli direnişe
karşılık surlarda açılan delikler sayesinde Ani kentine giriş sağlanır. Kent halkı teslim
olmayı ve cizye ödemeyi kabul eder. Alparslan Ani’de elde ettiği zafer üzerine
Abbasi Halife'sine ve Müslüman hükümdarlara mektuplar göndererek zafer
bildirir.[16]
Bunun üzerine Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah, Alparslan’a ‘‘Fethin Babası’’
manasına gelen Ebu’l-Feth unvanını verir.[17] Ani kenti ele geçirildikten
sonra Alparslan bir camii inşa edilmesini emreder. Kars yöneticisi Gagik ise
Alparslan’ın merhum amcası Tuğrul Bey’e gösterdiği saygıdan dolayı Selçuklulara
tâbi olmak şartıyla görevinde bırakılır.[18] Ancak dikkat edilmelidir ki, Sultan Alparslan’ın Ani’yi fethinde Melikşah’ın Marmaraşin’i kuşattığı sıralarda meydana gelen depremin Ani
surlarını da etkilediğini ve bu sayede surlarda gedik açılmasının
kolaylaştığını söylemek mümkündür.
Sultan Alparslan, Gürcistan’a ve Anadolu’ya yöneldiği ilk seferinin ardından ülke içinde çıkan huzursuzlukları bertaraf etmek ve Doğu’da da fetihler gerçekleştirmek amaçlarıyla Anadolu’dan ayrılır. Ancak bu durum Anadolu’da fetih hareketlerinin kesileceği manasına gelmez. Alparslan, Anadolu’daki harekatın devamını istiyordu. Bunun üzerine Horasan Sâlârı, Tulhum ve Siverek kalelerini kuşatır ancak başarı elde edemez. Buna rağmen Urfa civarını ele geçirerek – Urfa alınamıyor- Antakya’ya yürür ve buradaki dükü mağlup eder. Devamında Diyarbakır’a gelerek emir Nizamüddin’le müzakereler için şehre girer ancak kurulan tuzak neticesinde öldürülerek kuyuya atılır.[19]
1066 yılında Hâcip Gümüştekin, Murat ve Dicle ırmakları boyunca hareket ederek Nizip ve Elcezire bölgelerindeki bazı kaleleri ele geçirir. Devamında Adıyaman bölgesine gelerek akınlar düzenler. Bizans uç kumandanı Aruandanos, Selçuklu kuvvetlerini baskına uğratma girişiminde bulunsa da başarısız olur ve tutsak alınır. Kurtuluşu ancak kırk bin kurtuluş akçesi sayesinde gerçekleşir. Gümüştekin ve beraberindeki emirler elde ettikleri ganimet ve tutsaklarla beraber Selçukluların batıdaki harekatlarının merkezi olan Ahlat’a doğru yola çıkarlar. Ancak Gümüştekin Bey, burada Afşin Bey’le arasının bozulması üzerine canından olur.[20]
İlk defa Sultan Alparslan döneminde karşımıza çıkan Afşin Bey'in, Gümüştekin Bey'i öldürmesi sebebiyle sultanın gazabından korkarak beraberindeki Türkmen atlılarıyla Anadolu’nun içlerine doğru hareket ettiği görülür. İlk olarak Antep yakınlarındaki Dülük şehrini ele geçirir. Devamında Malatya’daki Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğratır ve Kayseri’yi geçici olarak ele geçirir. Kayseri'deki başarısından sonra Toroslar üzerinden Halep’e geçerek elde edilen ganimeti ve tutsakları buradaki pazarlarda sattırır. Halep dönüşü Antakya’da akınlarına devam eder. Bütün bu askeri başarılarıyla Sultan Alparslan tarafından affedilir.[21]
Afşin
Bey’in Sultan Alparslan’ın öfkesini kazandığı bu dönemde beraberindeki
Türkmenlerle birlikte Malatya’ya girip Bizans kuvvetlerini
mağlup etmesi ve devamında Kayseri’yi ele geçirmesi sadece fetih hareketini göstermekle kalmayarak, Bizans’ın içinde bulunduğu sıkıntı dönemi görmemizi de sağlar.
-Temren
[1] Cihan Piyadeoğlu, Çağrı Bey: Selçuklular’ın Kuruluş Hikayesi, İstanbul, 2020, s. 25-26.
[2] Piyadeoğlu, a.g.e., s. 26- 27.
[3] Piyadeoğlu, a.g.e., s. 29- 30.
[4] Refik Turan (ed.), Selçuklu Tarihi El Kitabı, Ankara, 2021,s. 55.
[5] Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk
Tarihi, Ankara, 2019, s. 248.
[6] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul, 2003, s.
112.
* İslâm, anayasa, idare, maliye ve
devletler hukuku kapsamına giren bazı konuları ele alan ‘‘el-Aḥkâmü’s-Sulṭâniyye’’
adlı eserin yazarıdır.
[7] Mehmet Altay Köymen, Büyük
Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c. III, Ankara,
2021, s. 49.
[8] Yusuf Ayönü, Selçuklular ve
Bizans, Ankara, 2021, s. 16.
* Günümüz Azerbaycan Cumhuriyeti’nin
Kuzey Batısında yer alan bir şehir.
[9] Ali Sevim, Ünlü Selçuklu
Komutanları: Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, Ankara, 1990, s. 3.
[10] Ali Sevim - Erdoğan Merçil, Selçuklu
Devletleri Tarihi: Siyaset, Teşkilat ve Kültür, Ankara, 1995, s. 34-35.
[11] Köymen, Selçuklu Devri Türk
Tarihi, s. 254- 255.
[12] Merçil, Büyük Selçuklu Devleti, İstanbul 2021, s. 37- 38.
[13] Merçil, a.g.e., s. 39- 40.
[14] Köymen, Selçuklu Devri Türk
Tarihi, s. 263.
[15] Köymen, Selçuklu Devri Türk
Tarihi, s. 264- 265.
[16] Köymen, Selçuklu Devri Türk
Tarihi, s. 266.
[17] Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular: Yeni Bir Devrin Başlangıcı, İstanbul, 2020, s. 148.
[18] Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular,
s. 147.
[19] Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi:
Selçuklular Dönemi, Ankara, 2020, s. 59- 60.
[21] Sevim, Ünlü Selçuklu
Komutanları, s. 18-20.