AVRUPA RİSÂLESİ'NİN YAZILDIĞI YILLARDA OSMANLILAR VE AVRUPA
Mustafa
Sâmi Efendi, gezdiği yerleri anlattıktan sonra Avrupa’daki genel durumdan
bahseder ve ilkin liyakat’e değinir. Avrupa’da din veya mezhep fark
etmeksizin liyakat sahibi herkesin devlet hizmetinde bulunabileceğini ve
toplumun büyük ölçüde okuryazar olduğunu belirtir.[1]
Aynı devirde Osmanlılar ise devlet kademesinde ciddi problemler yaşar. Bu
problemlerden sadece bir tanesinin nitelikli bürokrat yetiştirmek olduğunu
söyleyebiliriz.
Ardından,
Avrupa’daki eğitimin yaygınlığından söz eder ve onları yücelten esas meselenin
de bu olduğunu vurgular. Fiziksel veya zihinsel engeli bulunan çocukların dahi
eğitim gördüğünden söz eder.[2]
Avrupa toplumun, eğitimin bir sonucu olarak kamu sağlığına önem verdiğini ifade
eder. Avrupa’daki sağlık hizmeti veren hastaneleri ve eczaneleri hayret verici
olarak görür. Ayrıca ‘‘muteber ve zengin’’ ifadesinden de anlayabileceğimiz
üzere burjuva ailelerin, kızlarını hıfzıssıhha konusunda teşvik etmelerini ve
onların da büyük bir bağlılıkla bu işi yaptıklarını daha büyük bir hayretle karşılar.[3]
Osmanlılarda ise ilk dönemden itibaren toplumun sağlığına önem verilmekle
birlikte, ilk defa II. Mahmut döneminde geçici tedbirlerle yetinilmeyerek
1838’de karantina teşkilatının kurulduğunu görürüz. Devam eden yıllarda
Mekteb-i Tıbbiyye’de ‘‘ilm-i hıfzıssıhha’’ dersinin okutulduğu da görülür. [4]
Yani Avrupa oturmuş bir halde bulunan devletin toplum sağlığından sorumlu
olması fikrinin Osmanlılarda II. Mahmut’la beraber kurumsallaşmaya
başladığını görürüz.
Mustafa
Sâmi Efendi sağlık bahsinden sonra yine bilim ve eğitimin bir sonucu olan,
hayatı kolaylaştıran birtakım sistemli uygulamalara değinir. Bunlardan ikisi Avrupa’daki
posta teşkilatı ve gelişmiş yol ağlarıdır. Mustafa Sâmi Efendi’nin ısrarla
buradaki posta teşkilatının ve yol ağlarının sistematikliğine değindiğini
görülür. Ardından kısaca telgrafın ne olduğundan bahseder.[5]
Mustafa Sâmi Efendi’nin 1839 senesinde Posta ve Telgraf Nazırı yapılması
manidardır; Osmanlı Devleti’ndeki ilk düzenli posta teşkilatı 23 Ekim 1840’ta
kurulur.[6]
Bu
bahislerden sonra şu ifadeyi kullanır: ‘‘Şimdi bu açıklamalardan hüner ve
maarifin herbir muamele ve maslahattaki gereklilik derecesi ve Avrupa halkının
durumlarının bu mertebe muntazam olmasının, ancak diyarlarında fenlerin ve
faziletin yayılmış olmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır’’. İşte tam olarak bu
ifade, Avrupa Risâlesi’nin Yirmisekiz Mehmet Çelebi’den itibaren yazılan diğer
sefaretnamelerden ayıran temel özelliğini verir. Yani Mustafa Sâmi Efendi,
Avrupa’da görülen uygarlık eserlerinin nedenlerini anlamaya çalışır ve bu
nedenlerin yegane kaynağının eğitim olduğunu anlatmaya çalışır.
Eğitim
sayesinde ilerleyen Avrupa’ya baktığımızda, Osmanlı yenileşme tarihi bakımından
Osmanlı toplumunun en temel eksikliğinin eğitim olduğu gerçeğiyle karşılaşırız.
Ancak, incelediğimiz dönem dahilinde bu eksiklik yalnızca Avrupa’daki duruma
bakılarak anlaşılamaz; Osmanlı Devleti kendi içinde birtakım çelişkiler
barındırır. Bu çelişkilerden ilki, dinsel eğitim aşamasından dünyasal eğitim
aşamasına geçişte yaşanan problemlerdir. Yukarıda belirttiğimiz üzere bu
dönemde, Avrupa’da liyakat sahibi herkesin devlet kademesinde görev
alabildiğini görmüştük. İkinci çelişki, Osmanlı Devleti’nin geleneksel olarak
toplumdan kopuk siyasi yapısından ileri gelir. Hal böyleyken yapılmaya
çalışılan yeniliklerin toplumdaki etkisinin İstanbul’u aşamadığını görürüz.[7]
Ayriyeten
belirtmek gerekir ki, Osmanlı Devleti’nin mali gücü olmadığı takdirde
Avrupa’daki ilerlemeleri takip etmesi zorlaşmıştır. Bu durum Osmanlı yenileşme
tarihi boyunca karşımıza çıkan en temel problemdir. Yapılmaya çalışılan
yenileşme hareketleri devletin içinde bulunduğu mali sıkıntılardan asla ayrı
düşünülemez. Mustafa Sâmi Efendi de mali durumun öneminin farkındadır. Bunu ‘‘…
çünkü mali güç mutlaka ilmî güçle hasıl olageldiğinden…’’ ifadesi
kullanmasından anlayabiliriz.[8]
Avrupa
Risâlesi’nin tamamından anlayacağımız üzere, bilim ve aydınlanma ancak
eğitimden geçer. O halde, eğitimli bir toplum yaratmak için sağlam bir maliyeye
sahip olmak gerekir. Osmanlı Devleti’nin idari, toplumsal ve mali bakımdan
olumsuz olarak nitelendirebileceğimiz şartlar altında yenileşme çabalarında
bulunduklarını görürüz.
Mustafa
Sâmi Efendi, Avrupa Risâlesi’nin Sultan Abdülmecid döneminde Takvîm-i Vekâyi
Matbaası’nda basıldığını belirterek eserine ‘‘İzzet ve şeref yüce Allah’tan
gelir’’ sözleriyle son verir.
-Temren
[1] Remzi Demir, Mustafa Sâmî Efendi Avrupa Risâlesi, Ankara 1996, s. 42.
[2] Demir, a.g.e.,
s. 43- 44.
[3] Demir, a.g.e.,
s. 45- 46.
[4] Gülderen
Sarıyıldız. ‘‘Osmanlılar’da Hıfzıssıhha’’, DİA, c. XVII, 1998, s. 319- 320.
[5] Demir, a.g.e.,
s. 51-53.
[6] Kemalettin Deniz, ‘‘Posta, Telgraf ve Telefon İdaresi (PTT)’’, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Atatürk Ansiklopedisi (Erişim 15 Aralık 2023).
[7] Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 2022, s. 203-206.
[8] Mustafa Sâmi
Efendi buradaki ifadeyi dini bir maksatla kullanır. Ancak, anlayacağımız üzere
meseleye dini bir boyut katmasına rağmen ahireti kurtarma işinin dahi
mali yapının güçlü olması gerektiğinden geçtiğinin farkındadır. Bkz: Demir, a.g.e., s. 57.